Sürüngen Günlüğü: İnsan Kaynaşması – Gürültü Üstüne / Muaz Yanılmaz
21 Ocak 2021
Matematik Bulaşık Yıkamanın Neresinde? / Fatma Türkan
16 Eylül 2021

“Gönülden Gönüle Bir Yol”: Kuş Evleri / Hüseyin Türkan

I.

Biz Müslümanlar için insanın dünyadaki var oluş amacı imtihan.

Hayatın her anı, irili ufaklı, geniş ve dar kapsamlı bir imtihanlar silsilesi.  Yani bütünü ve parçalarıyla topyekûn bir imtihan. Bir oyunun etapları gibi.

Hayatın her anını birbirine bağlayan, hayatı anlamlı kılan etaplar… Her bir etap, asıl hayat kabul ettiğimiz öbür dünya için toplanabilecek puanlarla dolu.

Bu dünya hayatı ancak bir eğlence ve oyundan ibarettir. Ahiret yurduna gelince, işte gerçek hayat odur. (Ankebut, 64)

Temel mantığı iyi insan olmak, dünyada iyi ve güzel olanı koruyup yaygınlaştırmak, kötülükleri azaltmak olan her türlü iş, hatta fiiliyata dönüşmeyen niyetler. Bir taşı yoldan alıp kenara koymak, birine gülümsemek, bir iyilik yapmayı planlamak dahi bunlara dahil.

Tabi insan hayatı sınırlı. Toplanabilecek maksimum puan belli. Ancak bazı açık kapılar bırakılmış. Bunların temel özelliği kalıcı iyilik kapısı olmaları. Başkalarının istifade ettiği ilim, hayırlı insan yetiştirmek ve “sadaka-i cariye”.

Bu üç kapının en az birinden girdiyseniz, kıyamete kadar o kanaldan gelecek her iyilikten hisseniz var. Bu müthiş imkanı İslam toplumları göz ardı etmemiş. Akla gelebilecek her türlü yolla amel defterini açık tutmaya çalışmış.

Ancak bütün bunların ideal anlamda tek bir hedefi var: Allah’ın rızasını kazanmak. “Yaratılanı yaratandan ötürü sevmek”, İslam’ın canı kutsal sayan yaklaşımının tezahürü. Tüm insanlığı kardeşi gören, her canlıyı dost bilen, dünyayı emanet gören bir anlayış bu.

Bu anlayış, İslam toplumlarında, canlı yaşamını ilgilendiren her alanda kalıcı bir iyiliği tesis etme ve dünyayı güzel olarak koruma yönünde köklü bir çabaya dönüşmüş. Bu çabanın müesseseleşmiş hali olan vakıflar Osmanlı medeniyeti içerisinde zirve noktasına ulaşmış.

Kuş evleri de bu vakıf kültürünün bir yansıması adeta. Her ne kadar bir vakıf örneği olarak değil, bir mimarî detay olarak karşımıza çıksa da, Osmanlı’da kuşlarla ilgili onlarca vakıf örneği de var. Her birine ayrı bir anlam yüklenmiş kuş cinslerini korumak, kollamak için vakıflar kurmuş Osmanlı. Leylekler, kırlangıçlar, güvercinler, serçeler için…

Kuş evlerinin dünyada başka örneği var mı? Bu konudaki en yetkin isimlerden Mimar Cengiz Bektaş, dünyanın önemli bir bölümünü gezdiği halde Türkiye dışında bir örnek anımsamadığını söyler. Seyyid Hüseyin Nasr ise Türkiye’nin yanı sıra, Pakistan’da ya da İran’da farklı kuş evleri görmenin mümkün olduğunu ifade eder.

Anadolu’da oldukça eski sayılabilecek örneklerine rastlamak mümkün. Sivas’taki İzzettin Keykavus Şifahanesi’ndeki kuş evi 13. yüzyılın başlarından kalma. Bu da kuş evlerinin en az 800 yıldan beri Anadolu’da var olduğunu gösteriyor. Ayrıca Anadolu’nun çeşitli yerlerinde 13. ve 14. yüzyıla ait başka örnekler de var

En yaygın olarak görüldüğü şehir İstanbul. Camilerde, çeşmelerde, taş yapılarda sıkça rastlamak mümkün. Taştan, mermerden, kiremitten, tuğladan, harçtan, en çok da tahtadan yapılmış kuş evleri. Yapının malzemesi neyse kuş evleri de o malzemeden yapılmış.

Hatta bazı taş yapılarda, inşaat esnasında kenarları zarar gören taş bloklar, uygun şekilde yontulup biçim verilerek yan yana getirilmiş ve kuş evine dönüştürülmüş. Bu yolla kuşlar için bir yuva oluşturulurken, bir yandan da israfın önüne geçilmiş. Ahşap mimari içerisinde var olan örnekler ise, zamanla ya eskiyip çürümüş, ya yangınlarda kül olmuş.

O kadar çeşitli yapılar üzerinde var ki kuş evleri: İrili ufaklı her çeşit konutta, devlet binaları ve saraylarda, okullarda, ibadethanelerde, vakıf malı han, hamam ve çeşmelerde, kısacası her tür yapıda kuş evlerine yer verilmiş.

Bugün camilerdeki en güzel örnekleri Üsküdar’daki Yeni Valide Camii, Ayazma Camii ve Selimiye Camii’nde; ayrıca Yeni Camii, Fatih Camii, Nuruosmaniye Camii, Bali Paşa Camii ve Eyüp Sultan Camii’nde görülebilir. Cami dışı yapılardaki en güzel örneklerse İstanbul Darphane binasında, Haydarpaşa İskelesi’nde, Eminönü’ndeki Arap Hanı ve Büyük Yeni Han’da, Laleli’de bulunan Taş Han’da, İstiklal Caddesi üzerindeki Halep Pasajı’nda, Vezneciler’deki Seyyid Hasan Paşa ve Eyüp’teki Şah Sultan medreselerinde görülebilir.

II.

Kuş evleri, Müslüman Türk toplumunun ulaştığı bilinç (şuur) düzeyini göstermesi bakımından önemli bir örnektir. Burada bilinç düzeyinin yatay ve dikey anlamda çok geniş ve derin bir seviyeye ulaştığı görülür. Yani hem hayatın çok farklı alanlarına yönelik kuşatıcı bir bakış açısı, hem de düşünce ve uygulama safhalarında son derece yüksek bir zevk hakimdir.

Zira kuş evleri bugün “çevre bilinci”, “bir arada yaşama kültürü”, “sosyal sorumluluk”, “sürdürülebilir kalkınma”, “hayvan hakları” ve bu bağlamda sayabileceğimiz daha birçok kavram etrafında şekillenen duyarlılıkların hepsini içerir. Modern çağın parçalı yaklaşımına karşın, İslam düşüncesinin temelini oluşturan “tevhid bilinci” hayatı bir bütün olarak kavrar.

Öte yandan bir “iyilik” yapılırken, sorun tanımı da bu bütüncül bakış açısı ile yapılır. Örneğin bir yoksulun maddî sıkıntısını gidermek, ancak başkalarına duyurmadan ve yoksulun gururu incitilmeden yapılabilirse makbuldür. Yalnızca bir kuşa barınak yapmakla kalınmaz, bu ihtiyacı karşılayacak formun estetik bir değer taşıması da istenir. Yani iyilik yapmanın kendisi de bir iyiliğe, bir güzelliğe dönüşür. Hal böyle olunca ortaya sanat eseri sayılabilecek estetikte kuş evleri çıkar.

Türk-İslam mimarisi, sahip olduğu bu tevhid bilinci sebebiyle dış dünya ile öylesine uyumludur ki, kuş evlerinin bulunmadığı yerlerde de kuşlar, sokak hayvanları, börtü-böcek, her çeşit çiçekler ve ağaçlar zaten yapı ile iç içedir. Her ne kadar bugün bu anlayıştan uzaklaşılmışsa da, şehir içerisinde varlığını muhafaza eden Osmanlı yapılarında bu gerçeği görebilmek hala mümkün.

Yeni bir konut, ya da bir ibadethane, eğitim yuvası, han, hamam, çeşme inşa edilirken, dünyada yer kaplayan bu yeni kütlede diğer canlılar da düşünülür, onların da o kütle içindeki hakkı ayırılır. Ama bu fizikî mekanın ötesinde, aslında paylaşılan gönül evleridir. Çünkü İslam toplumu ilk ev Kâbe’den itibaren, fizikî ev ile gönül evi arasında her zaman güçlü bağlar kurmuştur. Canım Yunus Emre’nin dediği gibi: “Dostun evi gönüllerdir”. Medeniyet bunun şekil bulmuş halini bize gösterir.

İslam düşüncesi hayatın her alanında böylesi bir tevhid bilinci ile hareket ettiğinden, yapıp ettiği her şey bu bilince uygundur. Müslüman sanatçı eserinde ölümsüzlüğü aramaz, faniliği gösterir. Kolları sıvayıp giriştiği her işte kulluk bilinci ve sorumluluğuyla hareket eder, bu bilincin kendisine açtığı alanın imkanlarını sonuna kadar kullanır.

İşte Necip Fazıl’a İstanbul’a baktığında, “Her nakışta o mana: Öleceğiz ne çare?..” diye düşündüren tablonun ardında sanıyorum bu bilinç vardır.

Batı’da modernizmle birlikte tanrılaştırılan birey ise, tanrılığını “yarattığı” eserle ilan eder; böylece ölümsüzlüğe ulaşmaya, hiç olmazsa ürettiği sanat eseriyle kendi ölümlülüğünü unutarak teselli bulmaya çalışır. Bugün yaşadığımız küresel krizin temelinde, bu anlayışın büyük payı olsa gerek. Kendi ölümlülüğünü zihin dünyasından çıkartan insanın, dünya ve içindeki her şeyin sonsuza dek kendisine ait olduğuna dair hazin yanılgısı…

Halbuki biz, her canlı gibi kuşların da insanlar gibi bir topluluk olduğuna inanıyoruz.

Yeryüzünde gezen her türlü canlı ve (gökte) iki kanadıyla uçan her tür kuş, sizin gibi birer topluluktan başka bir şey değildir. (En’am, 38) Fakat İslam düşüncesinin sanata, mimariye, toplumsal yaşama yansıyan temel hassasiyetleri ne zaman ve ne ölçüde yitirildiyse, hayat o kadar çoraklaşır. İşte o zaman, evlerini, ibadethanelerini, çarşılarını, eğitim yuvalarını diğer canlılarla paylaşan bir sistemin yerini, kozmetik, eğlence ve ilaç endüstrisinin vahşi uygulamalarıyla her yıl milyonlarca hayvanın katledildiği bir sistem alır.

III.

Medeniyet, bir inanç ve hayat sisteminin, hayatın her alanını kapsayan tezahürleridir. Bir düşünce, ancak o düşünceyi temsil eden medeniyetin yeterince güçlü olması halinde tam olarak kendisini gösterebilir.

Bugün artık neden kuş evi gibi bir tecrübenin gelişmediği sorusuna cevap bulmak, İslam medeniyetinin tarihsel sürecindeki kırılmaların sağlıklı değerlendirilmesi ile mümkün olabilir.

Son yıllarda bu gönül zenginliğini yeniden hatırlatmaya ve tatbik etmeye dönük çabalar tabi ki var. Okullarda, sivil toplum kuruluşlarında gençlere bu güzel hasletin ruhunu aşılamayı amaçlayan çalışmalar umuyoruz ki bir maya görevi görecektir.

Öte yandan bazı Avrupa ülkelerinde de bir tür sosyal sorumluluk kampanyası olarak kuş evlerinin gündeme geldiğine şahit oluyoruz. Ancak insanı dünyanın mutlak hakimi kabul eden bir anlayış içerisinde böyle bir duyarlılığın toplumsal bir geleneğe dönüşmesi mümkün mü? Avrupa’nın en büyük caddelerinin evsiz insanlarla dolup taştığı, iç savaş ve yoksulluktan kaçarak Avrupa’ya sığınan yüzbinlerce insanın açık denizlerde ölüme terk edildiği, mülteci kamplarında çadırların ateşe verildiği bir toplumsal yapıdan böyle bir duyarlılık beklemek sanıyorum hayalcilik olur.

İslam coğrafyasında, özellikle ülkemizde, medeniyet birikimimizle yeniden irtibat kurma çabası ve bu güzel tecrübelerin yeniden hatırlanmasıysa umut vericidir. Zira geleneği ile irtibatı kesilen toplumlar, her şeye sıfırdan başlamak zorunda kalır. Önümüzdeki süreç, İslam medeniyetinin benzer bir seviyeye tekrar ulaşmak için çaba sarf edeceği bir süreç olacaktır.

Tezahür ortadan kalksa da, sabiteler yerinde duruyor.

Yazar: Hüseyin Türkan


* Bu yazı, Tohum dergisinin 161. sayısında (Yaz 2018) yayımlanmıştır.

Kaynakça

Aras Neftçi, İstanbul’un 100 Kuş Evi, İBB Kültür AŞ Yayınları, İstanbul, 2010.

Cengiz Bektaş, Kuş Evleri / Bird Houses, Bileşim Yayınevi, İstanbul, 2004.

Mehmet Aycı (Ed.), Şefkat Estetiği Kuş Evleri, Zeytinburnu Belediyesi Kültür Yayınları, İstanbul, 2010.

Seyyid Hüseyin Nasr, Modern Dünyada Geleneksel İslam, Çev.: Savaş Şafak Barkçin, Hüsamettin Arslan, İnsan Yay., İstanbul, 1989.

Turgut Cansever, Kubbeyi Yere Koymamak, Yay. Haz.: Mustafa Armağan, İz Yayıncılık, İstanbul, 1997.